İnsanlığın babadan gelme
bir şeyin olmadığını hala öğrenemeyen babası da insan olan varlıkların, kendini
gerekli ehliyette görüp insanlığa yol çizmesine şaşırmamalı. Her an “biz”ler
yaratılıyor, her an “ben”ler bir yerlerde farkında olmadan kaybediliyor.
Ben olmadan biz olmaya daha ne kadar devam edeceğiz? Ve en kötüsü bizi dahi “onlar”ı
yaratarak keşfediyoruz. Kendine insanoğlu diyen insan olamamış varlıkların,
daha ne kadar bu denli kendisine yabancı yaşamaya devam edeceğini çok merak
ediyorum. Albert Camus’nun deyişiyle, “ insan, ne ise o olmayı reddeden tek
varlıktır.” Ve bu varlık Peyami Safa’nın deyişiyle kendisine hiçbir çağda bu
kadar uzak olmadı.
Bütün öğretilerin “kendini
bilme” ile başladığını herkes bana söyleyebilir. Bütün cevapların o’nda gizli
olduğunu da söyleyebilir. Fakat, kendini niye kendinde başka yerde aradığını
söyleyemez. Çünkü kendine ait bir nedeninin olması kendinde olmasını
gerektirir. Hayatımız, yüzlerce kulüp, parti, organizasyon, topluluk gibi
kitlelerin fikirleri arasında geçiyor. Ve zamanla bu fikir başka”lar”ının
fikri, hayat başkalarının buyurduğu hayat olmaktan ileri gitmiyor. İnsanlara
sevmediği bir iktidarın kötü işlerini sorsam, eminim ki bana onlarca neden
sayabilirler. Fakat “hayat” nedir? Aşk nedir? Nasıl bir benliğe sahipsin? Ya da
niye şunu seviyorsun? Diye sorsam ilk
soruya verdikleri cevabın onda birini veremeyeceklerine eminim. Artık “biz”leri
daha çok seviyoruz, daha çok tanıyoruz, temelsiz gökdelenler dikiyoruz. Bir depremde
yapmamış olduğumuz karşı karşıya kalınca doğal olarak, isyan buhranları
gerçekleştiriyoruz. İsyan etmeye isyan etmenin vakti gelmedi mi artık diye
sormuyoruz. Hayatım bu kadar ucuz mu diye düşünmüyoruz. Ya da başka bir insanın
hayatını onu yakarak ondan çalmaya neden olacak dünyada herhangi bir neden var
mı? Sen bile insanoğlu olabiliyorken karşıdakine nasıl çıban diyebilecek kadar
kendinden kopuk yaşayabiliyorsun? Hadi tamam kendinden geçesin vardı ve geçtin
peki İnsanı gaye almayan bir davanın bir insanın davası olmasına nasıl bu kadar
olur gözle bakıyorsun? Kendi benliğini daha bilmeden nasıl onu başka bir şeyin
potasında bu kadar rahat eritebiliyorsun?
Haklı olup olmamanın bir
eylem için yeterli ölçüt olduğu böylesine bir çağda insanlara niçin bu şekilde
hareket ettiğini sormak elbette saçmalık olur fakat onlara şu soruyu soruyorum “
cidden bu sizi doyuruyor mu?” huzurunuz ya da mutluluğunuz haklı olmayla
doyuyor mu? Hazret-i insanın, Hakk’ın
halifesinin kendini bu kadar” ruhsuzlaştırarak” hareket etmesi akıl alacak şey
mi? Ne kandırılmaya doydu insan, ne bizleştirilmeye, ne de sosyallik adı
altındaki kayboluşlara. İki gün hiç kimseyle konuşamayınca buhranlara giren,
internetsiz akşamı zor eden, facebook’taki beğenilme endişesinin kör ettiği,
hayatına değil olaylara yorum yapan, kendindeki sivilceyi yalnızca başkasında
görünce tiksinen, kendini kendi yolundan başka her yolda yürümeye zorlayan bir
insanla karşı karşıyayız. Kendini düşünmekten ziyade, başkasının kendisi
hakkında ne düşüneceğini düşünen sosyal-fobileşmiş ve sosyal-fobileştiren bir
insan…
Hadi şimdi şarkıyı filan
biraz kapatalım, bizim yürek diye adlandırdığımız anlaması zor yaşaması kolay
bir parçamız vardı, biraz da onun sesini dinleyelim. İleride dönüp arkamıza
baktığımızda, bizim başkalaşmak için yaşlandırdığımız bir beden, kendisine
başkalaşmış olduğumuz bir ruh ve durmadan başkalaştığı için ayak
uyduramadığımız topluluklar ( siz, biz, onlar) göreceğiz. Ey Hz. İnsan sana sorarım: “ senin hayatın nerde ve bu
hayatta sen nerdesin bana kendini kendi olduğun yerde gösterir misin?” bir çiçeğin açma sancısını, bir kadının doğum
sancısını, bir yoksulun açlık sancısını, bir günün batış şarkısını duymadan
bilmeden bir kumandaya uzanmak için bu kadar sancı çekme. Hayatındaki sen gibi
bir boşluğun yerini kıyafetin ve teknolojik malzemelerinle bu kadar doldurmaya
çalışmaya artık doymadın mı. İçindeki aç kalan ruhu sen doyurmazsan bil ki sana
“biz aslında senlerden oluşuyoruz” diyen benliksiz bizlerin doyurmasına elinde
olmadan izin vereceksin. Düşünüp uyanman, uyanıp düşünmen lazım.