Lorem İpsum



Olmak için ölmek; Bilmek için sormak...


30 Ocak 2013 Çarşamba

Var Üzerine

İsyan her zaman mutsuzluktan olmaz. Bir geminin içindeki tayfa genelde açlıktan, savaştan, her zaman yediği balıktan ya da sürekli attığı ağdan dolayı isyan eder. 60 yaşındaki amca eşinden belki de çocuğundan isyan eder Allah muhafaza. Geminiz sıradan bir gemiyse isyanınız da bir hayvan kadar sıradan olur.

İsyan her zaman o kadar da normal değildir.

Mutlu olduğu için gülen insanların arasında, mutlu olmak için gülen birilerini bulursan kaçırmazsın gözünden. Çok belli oluyorlar o gibi tipler. Kimisi gülmeyi de beceremiyor aptalların. Neyse!

Bu adamları kaçırmamam gerektiğini bile bilmediğim zamanlarda kaçırtmayan bir şeyler olmuş. Bazen bunu düşünmek beni şaşkınlıktan isyana icbar ediyor. Fakat şimdi yine de onlardan olmayalım ki, şöyle düşünelim:

(A'râf-10).وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الأَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ قَلِيلاً مَّا تَشْكُرُونَ

Yine böyle şükür gerektiren dostlardan biri bir kitap önerdi.  Yine kendimden bir şeyler çıktı. Kendim yine eskiden beri var olanların fikirlerinde var oldu. Bir ben değilmişim dedim yine. Şükür.

Konuşalım.

"
"Peki Gazali'nin verdiği cevap nedir?" diye sordu Çelebi.

Molla Hüsrev cevap verdi: " Gazali'ye göre asıl sıkıntı, filozofların Yaratan'dan bir insan gibi bahsetmeleri, onun adeta mantık kuralları çerçevesinde elini kolunu bağlamalarıdır. Her şeyden önce zaman ve mekân kavramları tamamen beşeri kavramlardır; bunları Yaratan'a uyarlamak mantıklı ve pratik görünse de her zaman insanı doğru yola götürmeyebilir. Dolayısıyla filozofların bahsettikleri 'zaman' yaratılmış zamandır ve Yaratan'ı ölçmek için kullanılamaz. Dünyanın önceden yaratılmamaış olması , onda daha sonradan böyle bir isteğin belirdiği anlamına gelmez*, çünkü bu önermedeki önce ve sonra kavramları ancak insanoğlu için geçerlidir. Onun için öncelik ve sonralık tamamen farklı olabilir. Ayrıca dünyadaki her şeyin hareket halinde olduğu ve değiştiği de yine mantığın kendi kuralları içinde tutarsızdır. Çünkü değişimden bahsedebilmek için bir noktayı sabit kabul etmek gerekir.** Fakat dünyadaki her şeyin hareketli olduğunu iddia etmek, sabit bir noktadan bahsedilmediğini gösteriyor"


"


Şimdi buradaki ikilemlerin geneline Gazali'nin bir antitezi var. Yukarıda da biraz bahsedildiği üzere bu fikir şu temelde: Sebep sonuç ilişkileri, insan aklına daha mantıklı geldiği için varlar. Bu konuda Hume'un yaklaşımı hoş bir bakış açısı katıyor. Hume'a göre sebep sonuç ilişkisi, insan zihinide apriorik değildir. Yani bunlar sonradan kazanılmıştır. Örneğin, İshak'ın kafasına bir elma düştü. O bir sebep olarak yer çekimi kanununun varlığını günyüzüne çıkardı. Çünkü nesneler kendilerini kütleye doğru çeken kuvvete zıt yönde başka bir kuvvet olmadıkça o kütleye belli bir ivmeyle yaklaşıyorlardı. Bu kanun, nesnelerin düşmesine bir sebep olarak gösterildi. Lakin Einstein ortaya çıkana kadar kimse ışığın da kütle çekimine maruz kaldığını bilmiyordu. Ama gözlemlerde çok açıkça görüldü ki, bir ışık ışını bile çok büyük kütlelerin yanından geçerken bükülüyordu.

Bir bilim insanından maada, sıradan bir İshak için, ise elmalar ağırlaşınca düşerler.  Suyu içersen susuzluğun diner, havada belirli bir nem birikirse yağmur yağar, kar hava soğuduğunda yağar, odunu yeterince ısıtırsan yanar... Aynı bu şekilde insanlar olaylara sebep bulmaya o kadar muhtaçtır ki, bazen tesadüfen üstüste gelen olaylara birbirinin sebebi ve sonucu olarak yaklaştılar. Kara kedi uğursuzluktu, çünkü muhtemelen bir köyde yaşayan İzhak, kara kediyle 3 kez karşılaştı ve üçünde de başına istemediği şeyler geldi, istemediği şeyler öğrendi.

Sophie'nin Dünya'sında da bu yaklaşımı destekler bir örnek vardı. Bir gün bir anne ve 3 yaşındaki kızı okuldan geri dönerler. Kapıyı açtıklarında karşılarında sıradışı bir olay görürler. Evin babası yerden yaklaşık 1 metre havada süzülmektedir. Bu olay karşısında anne dehşete kapılır. Çocuk ise sevinç çığlıkları atar. Çünkü anneye göre bu şey öğrenilmiş sebepler ve sonuçları itibariyle imkansızdır. Ama çocuk yeterince "şahit" olmadığı için bu olay ona daha normal gelebilmektedir.

Gazali de işte bu aciz mantığı eleştirmiştir. Çünkü bizim kurduğumuz sebep sonuç ilişkileri, eğer ki bir Yaratan söz konusuysa, onu açıklamaya yetersiz ve gereksiz olacaktır. Bunu yine görelilikle bağlayabiliriz. Örneğin, kendinizi 100 km/h hızla, sürtünmesiz ortamda düz yolda ilerleyen(uzayda hareket eden bir uzay mekiği de hayal edebilirsiniz) kapalı bir araçta düşünün. Böyle bir durumdayken, sizin hareket ettiğinizi hissettirecek hiçbir sebep bulamazsınız. Çünkü bu araç içinde yaptığınız her deney size durağan haldeki bir deneyle aynı sonucu verecektir. Durağan haldeki bir gözlemciye göre aracın ve onun içindeki her şeyin boyu belirli bir oranda kısadır, zaman daha yavaş işlemektedir, ama bunu asla ve asla aracın içindeki kişi farkedemez. O farklı bir gerçekliktedir çünkü. Tanrı'nın gerçekliğini bu durumda Tanrı olarak farketmek gerekir insan mantığı çerçevesinde. Bu da mümkün olmadığından, tanrının gerçekliğini bir insan olarak kavramak imkansız hale geliyor.

Bu benzetmeyi bir de Filibeli Ahmet Hilmi karınca hikayesiyle gösteriyor. Diyor ki, bir gün karıncalar, normal hayatlarına devam ederken, gökyüzü kararmıştır, ortalık hiç olmadığı kadar karanlıktır. Karıncalar buna anlam veremezler. Kötüye yorarlar, sonra bir yağmur başlar ki öyle bir yağmur görmemişlerdir. Yuvalarını su basar her şey darmadağın olur. Akıllarına binbir türlü mantık gelir olanları farklı sebeplerle akıllarına yatırırlar.  Ama aslında olan, yuvalarının üstüne park eden bir at arabasıdır. Karıncalar ise bunun asla farkında olamayacak kadar küçüktürler.

Mevzu-u bahis mantıklar dahilinde, insan aklını çok kurcalayan bazı sorulara da cevaplar, daha doğrusu soruları geçersiz kılan iddialar üretilebiliyor. Misalen:

1) Her şey Allah tarafından yaratıldı. O zaman o'nun kaynağı nedir?
2)Allah kendisinden büyük bir taş yaratabilir mi?

Bu sorular temelinden çürümek zorunda kalıyor. Çünkü öncelik ve sonralık, taş, büyüklük... Her şey onun yarattığı ve onun gerçekliğinden bağımsız bir gerçeklikte var oluyor. Onun çapında, bunların bir geçerliliği yoktur.

İslam dininde Buhari kaynaklı bir hadis de bu konuya işaret ediyor:

                  "Şeytan, "seni kim yarattı" diye vesvese verince, "Allah yarattı" denirse, "Onu kim yarattı" diye vesvese verir. Kendisine, böyle vesvese gelen kimse, “Ben Allah ve Resulüne iman ettim” desin."

Çeşitli konulara farklı açılardan yaklaşan islam felsefesinde bu soruların doğru cevapları buradadır.

Gazali insanoğlunun bu eğilimini ve olayların bu şekilde cereyan etmesini Allah'ın kullarına bir lütfu olarak görür. Çünkü bu durum, düzeni kaosa hakim kılar. İnsanların belirli olaylar sonucunda belirli beklentiler içinde yaşamalarını sağlar. Eşyayı tahmin edilebilir ve öngörülebilir hale getirir. Yağmurlu olacak bir günün sabahında şemsiye almanızı sağlar. Onun bize şahdamarımızdan daha yakın olduğunu farketmemizi sağlar. Unutmamıza da sebep olur bazen. Bu da onun bir sınavıdır belki.

Yine Gazali'ye göre, asıl olan şey insanın kurguladığı sebep sonuç ilişkileri değildir. Allah o kadar kudret sahibidir ki, her an yaratma halindedir. Her şey onun iradesi dahilinde mümkündür. Elmayı düşüren, yerçekimi değil, külli iradedir. Her an yeni bir yaratılıştır. Her ani var olan her parçacık, yeni hal, konum ve hızlarıyla yeniden var olmaktadır da diyebiliriz. Ve bu sürekli yeniden yaratılış belirli bir düzen içerisinde olmaktadır.Dolayısıyla bizim tanık olduğumuz, zaman ve mekan bir yanılsamadan ibaret. Faraza bizim süremizle 10 dk her şey dursa, ve 10 dk sonra her şey tekrardan devam etse, biz hiçbir şey farkedemeyiz, çünkü gözlemci olarak bizim de bütün sinir hücrelerimiz, bütün algılarımız durmuştur. Duvardaki saat de, güneş de, gezegenler de durduğu için(yani her parça aynı anda sabit olduğu için) belirli bir hareket hissi olamayacaktır. Tıpkı bunun gibi bir yanılsama.

Kader de bu bağlamda tekrardan incelenebilir kısaca. Kader ÖNCEDEN yazılmış bir oyunsa biz bunu oynamak zorunda mıyız? Kendimiz bir şeye karar veremez miyiz? Yine göreli olarak bir zaman kavramını ileri atmak zorundayız. Bizim "önce"miz başka bir gerçeklikteki "önce" ile aynı olmayabilir.

Örneğin bir P uzayında, A noktasında, t(0) anında bulunan bir z parçacığı düşünün. Bu parçacık P uzayı içindeki farklı bir zaman doğrusunda t(1) anında B noktasında bulunuyor olabilir. Bu şekilde bu parçacık P uzayı içindeki "∞x∞..." büyüklüğündeki bir matrisin içindeki her an her yerde bulunuyor olabilir. Hayal kurun: şu an keşke Maldivler'de olabilseydim,-bu imkansız gözükse de pek ala mümkün olabilirdi, mesela önünden geçerken yüzüne bakmadığınız bir kadın milyarder olabilirdi, sizden çok hoşlanıp size çıkma teklif edebilirdi, onunla 1 ay geçirirken siz de kendinizi o tatilde hayal ettiğiniz yerde ve hayal ettiğiniz şekilde bulabilirdiniz. Maldivlerin şekli de dünyada olabilecek milyarlarca ihtimalden sizin istediğiniz gibi olan şeklinde şu anki haline dönüşebilirdi. Bu trilyonlarda bir ihtimal olarak göze çarpıyor ama OLABİLİRDİ. Yani siz hayal ettiğiniz sürece o şey olabilirdi. Bu durumda ben farklı gerçekliklerde her an her yerde olabilirdim demekti. Ama şu an bilgisayarım başındayım. Bu sonsuz büyüklükteki matrisin içinde bazı şeyler önce ve bazı şeyler sonradır. Ama bu aynı zaman doğrusu üzerinde geçerlidir. Birbirinden farklı zaman doğruları( aynı uzay üzerindeki ayrık doğrular olarak hayal edebilirsiniz) için öncelik ve sonralık söz konusu olamaz. Yani insanın kaderi için yapabileceği hiçbir yorum gerçek olamaz. Çünkü insan bir zaman üzerinde yaşamaktadır ve bunu şimdilik aşamamaktadır. Ama kader bu doğru üzerinde yazılmamıştır. Onun gerçekliği başka olmalıdır. Bu yüzden kader üzerinde yapılabilen en doğru yorum, onun her şeyi bilen ve gören bir varlık tarafından görüldüğü ve bilindiğidir. Olan her şeyin de onun iradesi dahilinde olması gerektiğidir.


İşte  bütün bu sebepler ve sonuçlar, aslında bir yanılsamadan ibaret sanki. Zihnimiz her şeyi bir şeyin bir sebebi olduğunu kabul etmeye programlı adeta. Çünkü isteseniz de sebebi olmayan bir şey düşünemiyorsunuz. Düşününce mantıksız geliyor. En ekstrem olaylara bile belirli bir akıl yüklemeye çalışıyoruz. İnsanoğlunun en aciz noktası aşk'a bile akılla yaklaşır olduk. Tabiki farklı hormonal dengelerin değişmesi söz konusu olacaktır. Ama aşk her daim aşktır. Tanrı her zaman Tanrı'dır. Bunların gerçeklikleri apayrı. Olayların da arkasında yatan şey apayrı gibi. O kadar basite indirgedik ki olanları, sanki bir kıvılcım ve her şey puff... Sanki Allah insanoğlunun önüne bu tarz sebepler koyarak gerçeğe perdeler oluşturmuş olabilir. Bu da bir sınavın varlığına bir delil olarak getirilebilir eğer iç rahatlığıysa istediğiniz.

Lakin ki bu büyük bir lakindir, bu fikrimce demek değildir ki insanlık, araştırmaktan, bilimden vazgeçip, sebepleri araştırmaktan vazgeçip tamemen teslim olsunlar. İşte bu gericiliktir. Kendimce teslimiyet bu noktada değildir. Sözüm vaaz değildir.

Ve saire...


*Bu mes'ele şudur. Dünya ezelden mi vardır? Yoksa sonradan mı yaratılmıştır. Modern bilime göre 14 Milyar yıl yaşında dünya. Peki o zaman allah dünya'yı yaratmayı sonradan mı akıl etti? Sonradan akıl ettiyse bu onun dışındaki bir iradenin bir isteğin onu dürtmesi gerekli. Bu ise şirke girer. Gazali bu duruma açıklamak için yukardaki açıklamayı yapıyor.

**Bu nokta da görelilik kuramıyla tutarlı. Bir hareketten bahsediyorsanız bir gözlemci ve bir de obje söz konusu demektir. Gözlemci yoksa, hareket de olmamış olur.


İmparatorluk I- Dünyanın İlk Günü 151. sf , B. Akman, Epsilon Yayınları


Dali Tablolarında eriyen saatleri resimlemiştir. Bu bir bakımdan zamanın göreliliği manasına gelmektedir. Zaman bir saatin tiktakları gibi değildir.
Salvador Dali, Melting Clocks

27 Ocak 2013 Pazar

varlık fakiri

beklememek için yürümek o yolda. ve o hep boş olur diye bildiğin yolda. ve gerçekten de hep o boş olan yolda. bir gün gelir de sen yürümezsin sanki de yol geçer içinden bir şerit gibi üzerinde yaşadığın bütün hatıralarınla. geçip gitmek ağır gelir o gün o yolda. bilerek bitirmişindir son kuruşuna kadar o zaten hep az olan paranı. kendini yürümeye mecbur kılarsın, bütün toplu'lardan kaçtığın gibi ulaşımın da kaçarsın toplusundan. Beş parasızlığın olacak cebinde ve fakirliğin sanki düşünceyi de fakir kılarcasına düşünmeden yürüyeceksin eve gitmenin saatler alacağını bileceksin ama yürüyeceksin çünkü onu dahi düşünemeyeceksin. harcadığın beklemeleri ve beklentileri de atacaksın ceplerinden: bomboş yürüyeceksin. sen beklemişindir çünkü dolunayı, ve o gelmiştir. beklenileni bulunca yine de üzülmek yakışmaz o gün giydiğin o tek yakışıklı kıyafetine. olur ya... diyeceksin. olur ya bir gün kafanda beş kuruşluk bir fikir olur da yürümezsin belki. o virüsü atarsın kafandan önce kendini onun içinden çıkarıp. olur ya bir gün hayatın sana vermediğini de seversin, hayattan aldığını sevmek zorunda kalmazsın belki. hatta hayatının senden alınmasını bile izin vermek istemezsin. olur ya bir gözyaşı dahi olsa engeller çatlamışlığını gözlerinin. olur da bir nefret dahi olsa istersin. olur ya... bu kendin olmasın...

5 Ocak 2013 Cumartesi

Koş bakalım


     Daha koşacaksın çocuk, daha çok koşacaksın. Dağları gösterecekler sana: hadi koş bakalım yukarda daha neler neler var diyecekler. Koşacaksın sen de, arkana bakma yanarsın çünkü diyecekler ve arkada kalanlar da yanıyor olacaklar. Yorulacaksın, kaybolacaksın, durmak isteyeceksin ama sana “durman düşmene neden olur” diyecekler ve sen yine koşacaksın. Ciğerlerin sökülecek, kalbin patlayacak ama yine koşacaksın. Yuvarlananlar göreceksin, pes edenler göreceksin, durmaktan biraz daha korkacaksın. Sana birileri gelecek ve diyecekler: arkandaki manzaraya baksana ne güzel, gel otur şurada bir soluklanalım diyecekler. Zaten bir gün düşeceğini onlar da biliyor diyecekler.  Ama seni koşmaya gönderenler engel olacak sana:

     “İnanma çocuk sen onlara, sen yalnızca güneşin taşlara vuruşunu seyredebilirsin, gözlerini alır güneş maazallah yuvarlanır gidersin. Hem onların güneşe aşk dediğine ne bakıyorsun sen? Baksana o zaman aşıklara hepsi deli gibi insanlar, virane adamlar. Tek adımla güneşe varılır dediklerine de aldırma onların, denerken yırtarsın belki kıyafetini, daha dün yıkadık onu. Koş sen çocuk durma, durursan kaşınmaya başlar her yerin, çıldırabilirsin gerek yok onların düşünce dedikleri şeylere. Düşünmekle dağa mı çıkılırmış hem? Bak o kadar yukarlarda olanlar düşündüklerinden mi çıkmış? Koşmuşlar söz dinleyip, sivri kayalara basmamışlar , sonra büyük adam olmuşlar. Dağa göre değerlendirme onları sen, dağa göre küçüklüklerini de düşünme, gerekirse parmağına gözüne sok dağ mı büyük parmağın mı anlarsın. Dağın içini de düşünme, kötü kötü yaratıklar vardır dağın içinde, acıtırlar canını, doktoru nerede bulacaksın sonra? Bazı kötü adamlar da seni kandırmaya çalışacak: dağın içinde aslında her nevi değerli taşlar var, seni koşmadan zengin eder onlar diyecekler. Onlara da bakma sen, cebine koyduk harçlığını o yeter sana. Hem madem onlar zenginlikten haberdar, niye onların üstünde doğru düzgün kıyafet yok? Deli gibi giyinmiş hepsi de! Gözünü yumman için sana yalvaranlar olabilir, sakın ha yapma öyle şeyler! Derinin içindeki görmeye kalkışma öyle, dağı görmen yeterli senin. İçinde farklı şeyler olsa biz sana söylemez miydik? Sen yalnızca koş çocuk, yukardan koşup gelen bir aslan olabilir senin tek düşmanın. Eğer terli halde soğuk su içmezsen o aslan daha geç gelir. Hem o aslan madem bir gün gelecek sen ona daha yukarlarda yakalanmaya bak. Aşağılarda ezik insanlar yakalanır aslana. Bazı sihirbazlar görürsen de inanma ha! Aslana bindiklerini gösterirler sana, bindikleri filan yoktur aslında. Yalnızca büyü yapar o adamlar. Aslan düşmanımız bizim nasıl onunla dost olunur?  Aslan gelince de “ben sadece koşuyordum” de, o seni acıtmadan yer o zaman. Hem biz kimsenin canını acıtmadık ki aslan bizim canımızı acıtsın. Biz yalnızca söz dinliyorduk. “anlam” denen şeylere deliler bakar, biz deli değiliz ki!”

     Sonra kendine dik bir yamaç bulacaksın, bir arkana bakacaksın bir önüne. Derinliği hissedeceksin, sonsuzluğu, korkuyu ve özgürlüğü… hem de aynı anda! Sonra …