Lorem İpsum



Olmak için ölmek; Bilmek için sormak...


24 Temmuz 2012 Salı

ben ve biz


İnsanlığın babadan gelme bir şeyin olmadığını hala öğrenemeyen babası da insan olan varlıkların, kendini gerekli ehliyette görüp insanlığa yol çizmesine şaşırmamalı. Her an “biz”ler yaratılıyor, her an “ben”ler bir yerlerde farkında olmadan kaybediliyor. Ben olmadan biz olmaya daha ne kadar devam edeceğiz? Ve en kötüsü bizi dahi “onlar”ı yaratarak keşfediyoruz. Kendine insanoğlu diyen insan olamamış varlıkların, daha ne kadar bu denli kendisine yabancı yaşamaya devam edeceğini çok merak ediyorum. Albert Camus’nun deyişiyle, “ insan, ne ise o olmayı reddeden tek varlıktır.” Ve bu varlık Peyami Safa’nın deyişiyle kendisine hiçbir çağda bu kadar uzak olmadı.

Bütün öğretilerin “kendini bilme” ile başladığını herkes bana söyleyebilir. Bütün cevapların o’nda gizli olduğunu da söyleyebilir. Fakat, kendini niye kendinde başka yerde aradığını söyleyemez. Çünkü kendine ait bir nedeninin olması kendinde olmasını gerektirir. Hayatımız, yüzlerce kulüp, parti, organizasyon, topluluk gibi kitlelerin fikirleri arasında geçiyor. Ve zamanla bu fikir başka”lar”ının fikri, hayat başkalarının buyurduğu hayat olmaktan ileri gitmiyor. İnsanlara sevmediği bir iktidarın kötü işlerini sorsam, eminim ki bana onlarca neden sayabilirler. Fakat “hayat” nedir? Aşk nedir? Nasıl bir benliğe sahipsin? Ya da niye şunu seviyorsun?  Diye sorsam ilk soruya verdikleri cevabın onda birini veremeyeceklerine eminim. Artık “biz”leri daha çok seviyoruz, daha çok tanıyoruz, temelsiz gökdelenler dikiyoruz. Bir depremde yapmamış olduğumuz karşı karşıya kalınca doğal olarak, isyan buhranları gerçekleştiriyoruz. İsyan etmeye isyan etmenin vakti gelmedi mi artık diye sormuyoruz. Hayatım bu kadar ucuz mu diye düşünmüyoruz. Ya da başka bir insanın hayatını onu yakarak ondan çalmaya neden olacak dünyada herhangi bir neden var mı? Sen bile insanoğlu olabiliyorken karşıdakine nasıl çıban diyebilecek kadar kendinden kopuk yaşayabiliyorsun? Hadi tamam kendinden geçesin vardı ve geçtin peki İnsanı gaye almayan bir davanın bir insanın davası olmasına nasıl bu kadar olur gözle bakıyorsun? Kendi benliğini daha bilmeden nasıl onu başka bir şeyin potasında bu kadar rahat eritebiliyorsun?

Haklı olup olmamanın bir eylem için yeterli ölçüt olduğu böylesine bir çağda insanlara niçin bu şekilde hareket ettiğini sormak elbette saçmalık olur fakat onlara şu soruyu soruyorum “ cidden bu sizi doyuruyor mu?” huzurunuz ya da mutluluğunuz haklı olmayla doyuyor mu?  Hazret-i insanın, Hakk’ın halifesinin kendini bu kadar” ruhsuzlaştırarak” hareket etmesi akıl alacak şey mi? Ne kandırılmaya doydu insan, ne bizleştirilmeye, ne de sosyallik adı altındaki kayboluşlara. İki gün hiç kimseyle konuşamayınca buhranlara giren, internetsiz akşamı zor eden, facebook’taki beğenilme endişesinin kör ettiği, hayatına değil olaylara yorum yapan, kendindeki sivilceyi yalnızca başkasında görünce tiksinen, kendini kendi yolundan başka her yolda yürümeye zorlayan bir insanla karşı karşıyayız. Kendini düşünmekten ziyade, başkasının kendisi hakkında ne düşüneceğini düşünen sosyal-fobileşmiş ve sosyal-fobileştiren bir insan…

Hadi şimdi şarkıyı filan biraz kapatalım, bizim yürek diye adlandırdığımız anlaması zor yaşaması kolay bir parçamız vardı, biraz da onun sesini dinleyelim. İleride dönüp arkamıza baktığımızda, bizim başkalaşmak için yaşlandırdığımız bir beden, kendisine başkalaşmış olduğumuz bir ruh ve durmadan başkalaştığı için ayak uyduramadığımız topluluklar ( siz, biz, onlar) göreceğiz. Ey Hz. İnsan  sana sorarım: “ senin hayatın nerde ve bu hayatta sen nerdesin bana kendini kendi olduğun yerde gösterir misin?”  bir çiçeğin açma sancısını, bir kadının doğum sancısını, bir yoksulun açlık sancısını, bir günün batış şarkısını duymadan bilmeden bir kumandaya uzanmak için bu kadar sancı çekme. Hayatındaki sen gibi bir boşluğun yerini kıyafetin ve teknolojik malzemelerinle bu kadar doldurmaya çalışmaya artık doymadın mı. İçindeki aç kalan ruhu sen doyurmazsan bil ki sana “biz aslında senlerden oluşuyoruz” diyen benliksiz bizlerin doyurmasına elinde olmadan izin vereceksin. Düşünüp uyanman, uyanıp düşünmen lazım. 



23 Temmuz 2012 Pazartesi

Hayatımız hatırladıklarımızın toplamıdır.
Joshua Foer from Ted.com

Türkçe Çevirisi
Sizden gözlerinizi kapamanızı rica ediyorum.
Sokak kapınızın önünde duyduğunuzu hayal edin. Sokak kapınızın önünde duyduğunuzu hayal edin. Kapının rengini ve hangi malzemeden yapılmış olduğunu algılamanızı istiyorum. Kapının rengini ve hangi malzemeden yapılmış olduğunu algılamanızı istiyorum. Şimdi gözünüzde bisikletleri üzerinde bir grup şişman nüdist canlandırın. Çıplak bir bisiklet yarışındalar ve direkt olarak sokak kapınıza yönelmiş vaziyetteler. Bunu gerçekten görmenizi istiyorum. Pedalları çok hızlı çeviriyorlar, terliler hareket ettikçe yağları titriyor. Ve sokak kapınıza çarpıveriyorlar. Bisikletler etrafta uçuyor, yanınızdan tekerlekleri geçiyor, jantlar alakasız yerlere gidiyor. Kapınızın eşiğinden antreye, koridorunuza, diğer tarafta ne varsa oraya geçin ve ışığın kalitesinı takdir edin. Işık Kurabiye Canavarı'na vuruyor. Kurabiye Canavarı taba rengi bir atın eğerinde oturmuş size el sallıyor. Bu konuşan bir at. Mavi tüylerinin burnunuzu gıdıkladığını cidden hissedebiliyorsunuz. Ağzına atmak üzere olduğu yulaf ezmeli üzümlü kurabiyenin kokusunu duyabiliyorsunuz. Kurabiye Canavarı'nı geçin. Geçin ve oturma odasına yönelin. Oturma odanızda, tüm hayal gücünüzle, Britney Spears'ı canlandırın. Açık giyinmiş, sehpanızın üstünde dans ediyor ve "Hit Me Baby One More Time"ı söylüyor. Şimdi birlikte mutfağınıza gidiyoruz. Yerde sarı tuğlalardan bir yol var ve fırınınızdan "Oz Büyücüsü"nden Dorothy, Teneke Adam Korkuluk ve Aslan Adam el ele ve seke seke size doğru geliyorlar.

Tamam. Gözlerinizi açın.

Size her bahar New York'ta yapılan acayip bir yarışmadan bahsetmek istiyorum. İsmi the United States Memory Championship (Amerika Birleşik Devletleri Hafıza Yarışması). Birkaç sene önce bir bilim gazetecisi olarak nasıl bir şey olduğunu görmek için ve sanırım bunun bilgin insanların final maçları gibi bir şey olduğunu düşünerek ve sanırım bunun bilgin insanların final maçları gibi bir şey olduğunu düşünerek bu yarışmayı ziyaret ettim. Yaş ve temizlik konusunda çokça çeşitlilik gösteren bol miktarda erkek ve birkaç kadın vardı.


Sadece bir bakışta yüzlerce rakamı ezberliyorlardı. Bir sürü ama bir sürü yabancının isimlerini ezberliyorlardı. Bütün bir şiiri ezberlemeleri yalnızca bir kaç dakika sürüyordu. Karıştırılmış bir iskambil destesinde kağıtların sırasını kimin en çabuk ezberleyeceği konusunda yarışıyorlardı. Bu inanılmaz dedim. Bu insanlar sıra dışı canlılar olmalıydılar.

Yarışmacılardan bazılarıyla konuşmaya başladım. Bu Ed Cook diye bir adam. İngiltere'den geliyor ve oradaki en iyi eğitilmiş hafızalardan birine sahip. Ona dedim ki, "Ed, bir bilge olduğunu ne zaman farkettin?" Ona dedim ki, "Ed, bir bilge olduğunu ne zaman farkettin?" Ed, "Ben bilge değilim. Aslına bakarsan ortalama bir hafızaya sahibim. Bu yarışmaya katılan herkes sana ortalama bir hafızası olduğunu söyleyecektir. Her birimiz hafızanın bu üstün başarısını sergilemek için bir takım çok eski teknikler kullanarak kendimizi eğittik. Bu teknikler 2500 yıl önce Antik Yunan'da bulundu ve Cicero tarafından konuşmalarını, ortaçağ alimleri tarafından da kitapları baştan sona ezberlemek için kullanıldı." Ben de şaşırdım, "Nasıl yani? Nasıl daha önce bundan haberim olmadı?"

Yarışma salonunun dışında duruyorduk ve harika, zeki ama bir şekilde egzantrik olan ingiliz Ed ve harika, zeki ama bir şekilde egzantrik olan ingiliz Ed bana dedi ki: Josh, sen Amerika'lı bir gazetecisin. Britney Spears'ı bilir misin? Ben de, "Ne? Nasıl yani? Neden?" dedim. "Çünkü Britney Spears'a gerçekten ulusal televizyonda karıştırılmış bir iskambil destesindeki kağıtları ezberlemeyi öğretmek istiyorum. Bu bütün dünyaya herkesin bunu yapabileceğini kanıtlayacak."


Ben de dedim ki "Yani ben Britney Spears değilim, ama belki bana öğretebilirsin. Bir yerden başlamak gerekiyor, öyle değil mi?" İşte bu benim için çok ilginç bir yolculuğun başlangıcıydı.

Bir sonraki senemin çoğunu sadece hafızamı eğiterek değil ama aynı zamanda onu araştırarak, nasıl çalıştığını ve neden bazen çalışmadığını anlamaya çabalayarak ve potansiyelinin ne olabileceğini düşünerek geçirdim. ve potansiyelinin ne olabileceğini düşünerek geçirdim.

Çok değişik insanlarla tanıştım. Bu E.P. adında bir adam. Kendisi amnezik (bellek kaybı) ve çok büyük ihtimalle dünyadaki en zayıf hafızaya sahip. Hafızası o kadar kötü ki, bir hafıza problemi olduğunu bile hatırlamıyor, bu inanılmaz. Çok trajik bir figür olmasına rağmen kendisi hafızamızın bizi biz yaptığı gerçeğine açılan bir pencere.

Spektrumun diğer ucunda ise başka bir adam var. Bu Kim Peek. Dustin Hoffman'ın Rain Man filminde oynadığı karakter bu adamdan esinlenerek yaratılmış. Kendisiyle Salt Lake halk kütüphanesinde telefon rehberlerini ezberleyerek bir gün geçirdik. Oldukça enteresandı.


Sonra geri döndüm ve hafızayla ilgili çokça tez okudum. 2000 yıllık ve daha eski, latince, antik ve ortaçağlarda yazılmış tezler. Ve bir çok ilgi çekici şey öğrendim. Öğrendiğim en ilginç şeylerden biri şuydu ki; bir zamanlar eğitilmiş, yetiştirilmiş, işlenmiş hafızaya sahip olma fikri o kadar da yabancı bir fikir olarak görülmüyormuş. Bir zamanlar insanlar hafızalarına yatırım yapıyor, ve zorla akıllarını donatmaya uğraşıyorlarmış.

Son birkaç milenyumda çeşitli teknolojiler keşfettik: Alfabeden perşömene, yazılı eserlere, baskıya, fotoğrafa, bilgisayara ve akıllı telefonlara kadar. Bu teknolojiler hafızamızı haricileştirmeyi ve en nihayetinde bu temel insan kapasitesini dışarıdan almayı adım adım kolaylaştırdılar. Bu teknolojiler modern dünyayı mümkün kıldılar. Ama aynı zamanda bizi değiştirdiler. Bizi kültürel olarak değiştirdiler. Ve bizi bilişsel olarak da değiştirdikleri konusunda da tartışırım. Artık bir şeyleri nasıl hatırlayacağımızı unuttuk gibi görünüyor. Artık bir şeyleri nasıl hatırlayacağımızı unuttuk gibi görünüyor.

Dünya üzerinde hala eğitilmiş, yetiştirilmiş ve işlenmiş hafızaya tutkulu insanlar bulabileceğiniz son yerlerden biri kesinlikle bu tek hafıza yarışması. Aslında tek demek doğru değil, bunun gibi yarışmalar dünyanın her yerinde var. Büyülenmiştim, bu insanların bunu nasıl yaptığını merak ediyordum.

Birkaç yıl önce University College London'dan bir grup araştırmacı laboratuvara bir kaç hafıza şampiyonu getirmişlerdi. Bilmek istedikleri şey şuydu: Bu insanlar anatomik ve yapısal olarak bizimkinden farklı beyinlere mi sahiplerdi? Cevap hayırdı. Peki bizden daha mı zekilerdi? Onlara bir takım bilişsel testler verdiler, ve daha zeki oldukları sonucu da çıkmadı.

Ancak ortada bu hafıza şampiyonlarının ve kontrol gruplarının beyinleri arasında ilgi çekici ve etkili bir farklılık vardı. Deneklerı fMRI makinalarına koyduklarında (işlevsel manyetik rezonans) ve sayılar, insan yüzleri ve kar tanelerinin resimlerini ezberlerken beyinlerini taradıklarında buldular ki bu insanlar diğer insanlara göre beyinlerinin daha farklı bölümlerini çalıştırıyorlar. beyinlerinin daha farklı bölümlerini çalıştırıyorlar. Bakın, yalnızca uzamsal belleklerini kullanıyorlardı ya da öyle görünüyordu. Neden? Ve acaba geri kalanımızın bu durumdan öğrenebileceği bir şey var mı?

"Müsabaka tarzında ezberleme sporu" bir tür silahlanma yarışına benziyor. Her sene birileri daha çok şeyi daha hızlı öğrenmenin başka bir yolunu buluyor ve geri kalanlar ona yetişmeye çalışıyor.

Bu üç kere dünya hafıza şampiyonu olan arkadaşım Ben Pridmore. Önündeki masada 36 tane karıştırılmış iskambil destesi var ve bir saat içinde kendi geliştirdiği ve uzmanlaştığı bir teknikle kağıt sıralamasını ezberlemek üzere. Benzer tekniği rastgele dizilmiş 4,140 rakamın sıralamasını yarım saat içinde hatasız ezberlemek için kullanmıştı. hatasız ezberlemek için kullanmıştı. Evet.

Ve böyle yarışmalarda bir şeyleri ezberlemek için onlarca yöntem varken, her şey, bütün bu teknikler en nihayetinde psikologların detaylı kodlama diye adlandırdıkları bir yöntem altında birleştirildi.

Bu durum Baker/baker adlı şık bir paradoksla açıklanıyor. (İlk Baker özel isim, ikincisi fırıncı anlamında) Paradoks şu: İki kişiye aynı kelimeyi ezberlemelerini söylersem, size dersem ki, "Baker (isim) diye bir adam olduğunu unutma." Bu onun ismi. Ve size de "Fırıncı (meslek) bir adam var, bunu unutma" desem. Ve size eşit süre geçtikten sonra gelsem ve sorsam, "Az önce söylediğim kelimeyi hatırlıyor musunuz? Ne olduğu aklınızda mı?" İsminin Baker olduğu söylenen kişi aynı kelimeyi mesleğinin fırıncı olduğu söylenen kişiden daha nadir hatırlıyor. Aynı kelime, ama hatırlanma miktarı farklı; bu garip. Peki burada n'oluyor?

Şimdi, Baker ismi aslında size hiç bir şey ifade etmiyor. Kafatasınızda akmakta olan bütün hatıralardan bağımsız. Kafatasınızda akmakta olan bütün hatıralardan bağımsız. Fakat yaygın olan isim "fırıncı", fırıncıları biliriz. Fırıncılar komik beyaz şapkalar takarlar. Fırıncıların ellerinde un vardır. Fırıncılar işten eve geldiklerinde güzel kokarlar. Hatta bizzat bir fırıncı tanıyor bile olabiliriz. Ve bu kelimeyi duymamızla birlikte, bu ilişkilendirmeleri ve çağrışımları kelimeye yapıştırıyoruz. Bu çağrışımlar kelimeyi sonradan hatırlamamızı kolaylaştırıyor. Bütün bu hafıza yarışmalarında söz konusu olan Bütün bu hafıza yarışmalarında söz konusu olan ve günlük hayatta bir şeyleri daha kolay hatırlamamızı sağlayan şey isim olan Baker'ı meslek olan fırıncıya çevirebilmek. İçerik, anlam, önem yoksunu bilgiyi alıp onu öyle bir dönüştürmek ki onu öyle bir dönüştürmek ki daha önceden aklımızda olan şeyler ışığında bir anlam kazanabilsin.

Bunu yapmanın en sofistike tekniklerinden biri 2,500 yıl önce Antik Yunan'a kadar uzanıyor. Bu teknik hafıza sarayı olarak biliniyor. Bu eserin arkasında yatan hikaye şöyle: Simonides adlı bir şair bir yemeğe katılıyormuş. Aslında eğlence için tutulmuş, çünkü o zamanlar gerçekten çarpıcı bir parti vermek istendiğinde bir D.J değil, bir şair tutulurmuş. Şair ayağa kalkar, şiirini ezbere okur, kapıdan çıkar, tam o anda ziyafet verilen salon çöker, içerideki herkes ölür. Ölmekle kalmazlar, bedenleri artık tanınacak vaziyette değildir. Kimse içeride kimin olduğunu, içeridekilerin nerede oturduklarını söyleyemez. Cesetler düzgünce gömülemez. Bu bir araya gelmiş iki trajedi. Simonides, enkazın ortasında sağ kalan tek davetli gözlerini kapar, ve zihninin gözüyle yemekte hangi misafirin nerede oturduğunu görür. Yemektekilerin akrabalarını ellerinden tutar, ve her birini enkazın ortasındaki sevdiklerinin yanlarına götürür.

Simonides'in o anda farkettiği, sanırım hepimizin sezgisel olarak bildiği bir şey. O da şu ki; isimleri, telefon numaralarını ve çalışma arkadaşlarımızın talimatlarını kelimesi kelimesine ezberlemekte ne kadar kötü olursak olalım, gerçekten olağan üstü görsel ve uzamsal hafızalarımız var. Sizden az önce Simonides'le ilgili anlattığım hikayenin ilk on kelimesini saymanızı isteseydim, çok büyük ihtimalle zorlanacaktınız. Ama bahse girerim, sizden konuşan taba rengi atın üstünde kimin oturduğunu, ya da antrenizde şu anda kimin olduğunu sorsam cevabı gözünüzde canlandırabilirsiniz. cevabı gözünüzde canlandırabilirsiniz.

Hafıza sarayının arkasındaki fikir zihninizin gözünde bir yapı oluşturmak ve bu yapıyı hatırlamak istediğiniz şeylerle bayındırlaştırmak. Gördüğünüz ne kadar çılgın, garip, acayip, komik, dobra, kötü kokuluysa, hatırlamak da o kadar kolay olacaktır. Bu 2000 yıldan daha eski bir öneri ve en eski Latin hafıza tezlerinden biri.

Peki bunu nasıl yapabiliriz? Diyelim ki TED'de bir konuşma yapmaya davet edildiniz Diyelim ki TED'de bir konuşma yapmaya davet edildiniz ve bu konuşmayı ezbere yapmak istiyorsunuz. Tıpkı Cicero'nun 2000 yıl önce TedxRome'a davet edilmiş olsa yapacağı gibi. Kendinizi sokak kapınızın önünde hayal edebilirsiniz. Kendinizi sokak kapınızın önünde hayal edebilirsiniz. Ve aklınızda bu garip hafıza yarışmasını hatırlatmanızı ve ilk iş ondan bahsetmenizi sağlayacak oldukça çılgın, garip ve unutulmaz bir görüntü canlandırırdınız. Sonra evinize girerdiniz ve kurabiye canavarını görürdünüz; Bay Ed'in üzerinde. Ve bu da size arkadaşınız Ed Cook'tan bahsetmek istediğinizi hatırlatırdı. Daha sonra size bu komik anektdotu anlatmayı sağlayacak Britney Spears'ı görürdünüz. Sonra mutfağınıza giderdiniz, ve bahsetmek istediğiniz dördüncü konu o bir yıllık garip seyahatiniz ve bu seyahati hatırlamanıza yardımcı olacak arkadaşlarınız olurdu.

İşte Romalı konuşmacılar konuşmalarını bu şekilde ezberliyorlardı. Kelimesi kelimesine değil - çünkü bu sizi sadece batırır- onun yerine konu bazında. Aslında "ana fikir" deyimi Yunanca'nın "yer" anlamına gelen "topos" kelimesinden geliyor. Bu insanların konuşma ve hitaplarında bu şekilde uzamsal terimler kullanmalarının bir izi. "En başından" deyimi de sanki hafıza sarayınızın en başındaymış gibi görünüyor.

Bunun büyüleyici olduğunu düşündüm ve bu gerçekten ilgimi çekti. Birkaç hafıza yarışmasına daha gittim. Yarışmacıların alt kültürleriyle ilgili daha çok şey yazabileceğimi düşünüyordum. Ama bir sorun vardı. O da şuydu ki: hafıza yarışları patolojik olarak sıkıcılar. (Gülüşmeler) Aslında, bir grup insanın oturmuş SAT'ye girmeleri gibi bir şey. Biri şakaklarını ovuşturmaya başladığında ortam gerçekten çok dramatik oluyor. Ben bir gazeteciyim, hakkında yazacak bir şeylere ihtiyacım var. Bu insanların zihinlerinde inanılmaz şeyler olduğunu biliyorum, ama oraya geçişim yok.

Bu yüzden farkettim ki, eğer bu hikayeyi anlatacaksam onları biraz anlamam gerekiyor. Ve böylece her sabah gazetemi okumaya başlamadan önce bir 15 20 dakika kadar bir şeyleri hatırlamaya çalışmaya başladım. Belki bir şiiri, belki bit pazarından aldığım eski bir yıllıktaki isimleri. Ve bunun şaşırtıcı bir şekilde eğlenceli olduğunu farkettim. Bunu kesinlikle beklemiyordum. Eğlenceliydi, çünkü aslında hafızanızı eğitmekle ilgisi yoktu. Yaptığınız şey bu çok gülünç, dobra, eğlenceli, ve umarım unutulmaz olan resimleri zihninizin gözünde canlandırmak için hep daha fazla ve daha fazla uğraşmaktı. Ve ben kendimi buna kaptırdım.

Bu yarışmacı kostümümle çekilmiş bir fotoğrafım. Bir çift kulaklık ve taktığınızda iki küçük delik dışında etrafı göremediğiniz bir gözlük takıyorum. Çünkü dikkat dağılması bir hafıza yarışmacısının en büyük düşmanıdır.

Sonunda bir yıl önce keşfettiğim yarışmaya yarışmacı olarak katıldım. Bu deneyimimi bir tür katılımcı gazetecilik deneyi olarak yazabileceğim fikrindeydim. Bunun bütün araştırmalarımın güzel bir son sözü olabileceğini düşünüyordum. Fakat sorun şuydu: deneyim kontrolden çıktı. Hiç olmaması gereken yerde yarışmayı kazandım.

Şimdi konuşmaları, telefon numaralarını ve alışveriş listelerini ezberleyebilmek güzel bir şey. Ama bu biraz konumuzun dışında kalıyor. Ama bu biraz konumuzun dışında kalıyor. Bunlar sadece püf noktaları. Beynimizin nasıl çalıştığıyla ilgili oldukça temel prensiplere dayanan püf noktaları. oldukça temel prensiplere dayanan püf noktaları. Ve zihninizin çalışma şeklini anlayıp bundan faydalanmanız için illa ki hafıza sarayları inşa etmenize ya da iskambil kağıtlarının dizilişini ezberlemenize gerek yok.

Çoğu zaman hafızası kuvvetli olan insanların doğuştan yetenekli olduklarını kabul ediyoruz, fakat gerçekte böyle değil. Kuvvetli hafıza öğrenerek kazanılır. En basitinden, dikkat ettiğimiz şeyleri hatırlıyoruz. Gerçekten ilgili olduğumuz şeyleri hatırlıyoruz. Bir bilginin ya da deneyimin bizim için neden bizim için anlamlı, kayda değer, renkli olduğunu anladığımızda ve bu bilgiye bir şekilde daha önceden zihnimizde olanlar ışığında bir anlam kazandırdığımızda ve kişi olan Baker'ları zihnimize hitap eden fırıncılara dönüştürebildiğimizde hatırlayabiliyoruz.

Hafıza sarayı, bu hafıza teknikleri, bunlar sadece kısayollar. Aslında gerçekten kısayol bile değiller. İşe yarıyorlar çünkü sizin düşünmenizi sağlıyorlar. Bu yöntemler farkındalığımızı ve etrafımızı algılayışımızı geliştiriyorlar. Bir çoğumuz normalde bu iki nokta üzerinde çok durmaz. Ama aslında kestirmeler yok. Şeyler bu şekilde hatırlanabilir oluyor.

Ve konuşmamı özellikle sonlandırmak isteyeceğim bir konu varsa o da E.P.'nin biz hafıza sorunu olduğunu bile hatırlayamayan bir amneziğin bana öğrettiğidir. O da şu ki: hayatlarımız anılarımızın toplamıdır. hayatlarımız anılarımızın toplamıdır. Zaten kısa olan hayatlarımızdan kendimizi Blackberry'lerimizde, iPhone'larımızda kaybederek, kendimizi Blackberry'lerimizde, iPhone'larımızda kaybederek, yanı başımızda bizle konuşan insana dikkatimizi vermeyerek, etrafımızı algılamak dahi istemeyecek kadar tembel olarak, etrafımızı algılamak dahi istemeyecek kadar tembel olarak, ne kadar daha kaybetmek istiyoruz?

İçimizde inanılmaz bir hafıza kapasitesinin gizli olduğunu birinci elden öğrendim. gizli olduğunu birinci elden öğrendim. Ama eğer hatırlamaya değer bir hayat yaşamak istiyorsanız "hatırlamayı" hatırlamanız gerekiyor.

Teşekkür ederim.

22 Temmuz 2012 Pazar

noktalamasız'casına

özgürce sevebilmek seni
kimsenin dokunamadığı bir gecede
korkulardan soyunup
rüzgarlarla birlikte gelebilmek yanına
kendinden soyutlanıp bulabilmek kendinde seni
dalgaların belini kırıp başlarını denize sokabilmek
sonunda ilk kez denizde yağmur görürcesine
hiç bitmeyen hayranlıkla
izleyebilmek seni asırlarca

özgürce sevebilmek seni
inandığın bir gayeye ortak tutup
bir aşkı sen olmasan da yaşayabilmek delice
her güzellikte seni bulup
istanbul gibi yaşayabilmek seni
lanet etsen de kurtulamamak gibi
yokluğu sende güzelleştirip
yokun içindeki varları görebilmek
biraz da kendinden çıkıp senin aleminde gezebilmek belki

özgürce sevebilmek seni
ağlamalarına göz yumup
yaşların yaksa da bir deniz yapıp gösterebilmek sana
neden çekindiği belirsiz bir iklimle yaklaşabilmek nefesine
sende kendini görmek veya kendini senin için sen yapmak
sırf sen sevdin diye sevebilmek hayatı
sırf sen bakıyorsun diye yakabilmek biraz ufku
sende anlamları arayıp
kendinde somutlaştırabilmek

özgürce sevebilmek seni
denizde bir damla kadar bildiğin sevgiyi hissettirmemek
seni habersizce yazıp
kendinden çıkartıp kalanı kesip atmak
acımasız bir ateşi başka bir ateşle yakabilmek ya da
seni senden geçip sevebilmekti seni özgürce sevebilmek

bab-ı esrar

korkutucu,üzüntü verici, belki hatırlatıcı
beyaz kapakların altında ölüme dalmış gözleriyle
yatmamız bir cesetle aynı odada belki aynı yatakta
hiç baktık mı ki diyorum
elimize, kolumuza, gözlerimizin altına?
hala bilmiyor muyuz ki
canlıyken de çüründüğünü
havanın da bir mezar olduğunu?
bir cesetin içinde yattığımızı
ne zaman öğrendik ki
veya kimler geç kaldı
toprak durağında anlayacak kadar?

düşündük mü ki hiç neyi düşündüğümüzü?
gülmelerimiz ne içindi,
hangi biri bir dertte hatırlandı?
konuşmalar, gezmeler, izlemeler, görmeler
veya ne ile seviştiğimizi anlayabildik mi?
ne kaldığına bakınca geriye düşüncelerden...
zevklerin boşluğundan hiç konuştuk mu?
çöllere niye kumdan kaleler yaptık ki?
her bitenden niye kendimizi ırak tuttuk?
niye görmedik ki bir gün görülmeyeceğimizi?

değil mi?
derya derindi, kuyu dipsiz
çakılmayacağımızı bile bile
atlamaktan kaçtık
sanki burada hiç çakılmıyormuşuz gibi
yüzdüğümüzü bile bile
girmekten korktuk denize
sanki hiç dumanda boğulmuyormuşuz gibi

uçmaktan korktuk kanatlarımız varken
korktuk yukarda göreceklerimizden
görkemden sığındık kendi mağaralarımıza
ölümdü sanırım tek bilmediğimiz
korkutucu,üzüntü verici, belki hatırlatıcı
belki de
kapısıydı gerçeğin
girmesini bilene?

 

Shibumi

great refinement underlying commonplace appearances,

a statement so correct that it does not have to be bold,

so poignant it does not have to be pretty,

so true it does not have to be real,

understanding, rather than knowledge,

eloquent silence.

it is modesty without pudency,

it is elegant simplicity, articulate brevity,

spiritual tranquility that is not passive,

it is being without the angst of becoming,

authority without domination...
shibumi



cömertlik ve yardım etmekte akarsu gibi ol


şefkat ve merhamette güneş gibi ol


başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol


hiddet ve asabiyette ölü gibi ol


tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol


hoşgörülükte deniz gibi ol


ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol


mevlana'nın yedi öğüdü



O kadar güzel olan ve bu yüzden hoş olmasına bile gerek olmayan. Bilmekten ziyade anlayış olan... Olduğu gibi görünen ve göründüğü gibi olan?

Aşk bunun neresindedir?

Aşk buradaysa, o zaman nedir?




                                                             

اونوتماق


...Doğum...

Kasımda doğmuşum. Çok niteliksiz. 18'i de garip... Neden 18? Tesadüf mü? Tevaffuk mu? Ben doğdum diye kim öldü mesela? Dünyaya gelen kaçıncı insanım ki? Neden doğduğunu sorgulayan kaçıncı insanım? Kaç kişi neden doğduğunu bilmeden öldü? Kaç kişi neden var olduğunu, neye etki ettiğini ölünce anlayabilecek? Annem ben doğduğum için pişman değildir. Ben doğduğum için pişman olan birisi var mıdır مهمنتو?

...Childhood amnesia... 

Karanlık burası... Nicelerinden uzunca sürmüş bende... Bir hayat boyu denebilir. Hatırladıklarım yok değil. O kadar da karanlık değildir amnesia esasen. Hele zaten amnestic bir hayatı olan insansanız, her şey unutulmaya meyillidir. Çoğu şey fotoğraflardan ve almayı sevmediğin notlardan ibarettir. Dün ne yaptığımı, değer verdiğim insanları, onların arkadaşlarının ismini, yaşadığı kritik olayları, hatta tarih koymazsam bu yazıya başladığım tarihi ve saati... Değer vermek unutmamak mıdır مهمنتو? Unutulmak bu kadar zor mudur karşıdaki için? 


14:57 Haziran 30... Yaz okulunun ilk cumartesisi. Babaannemden geldim. Kanser yatağındaki... Felsefeydi babaannem. Kendisi de bilmezdi ama, bu gün bilmem ki son görüşüm müdür: Oğlum Mehmet, yattım kaldım ha boyle... Şimdiye kadar hep kendi yağımızda kavrulduk, çalıştık kendimiz yedik hep. Hiçbir şeyim yok şimdi... İsteyen olduğunda verdik, kalmadı artık, dedi. Derin laflar değil mi مهمنتو? Yine bilmeden edilen...

Hiçbir şeyiyle doğmuş, ve hiçbir şeyiyle ölen bir insan. 

"حيّدان كلدى هويا كددىيور"

Ömrün sonu gelmiş, ve beklemede artık. Gerisi onunçün önem arzetmiyor. Bir sorun olarak ölüm varsa işin ucunda geri kalanların niçin bir önemi olsun değil mi مهمنتو? Veya ayak parmaklarından basılan tentürdiyotun topuğundan fışkırması söz konusuysa, geri kalanların niçin bir önemi olsun değil mi? Ayrıca, gördün o bile beni unutmuş. O bile unutmuşken beni, unutmanın bu kadar kötü bir şey olmadığına kanaat getirdim مهمنتو. Beni başka kimler unuttu ki مهمنتو? 

Hayatımda kimler önemliydi? Neler yaşadım ben bilmiyorum, sen hatırlıyor musun مهمنتو? Bir ara bir lise hayatım oldu. Evvelsi hayal meyal. İyiydi oradaki insanlar. Ama şimdi yoklar? Neredeler? Beni hatırlıyorlar mı مهمنتو? Benim şimdi bulunduğum yeri, tanıdığım insanları, ne yaptığımı, kimi sevdiğimi, kimin benden umduğunu bulamadığını, benim neyi umduğumu hayal edebilirler mi? Peki zamandan bağımsız, üçüncül kişi Ziya... Sen hayal ettin mi burayı? Bu kişileri, yaşadıklarını, sebebini bilmediğin şeyleri?

Peki aşkını unutur musun? Hatırlar mısın ya da مهمنتو? O seni unutacak ama? Her şeyi kendi başlatmışken. Son 2 ayını boşa mı harcadın مهمنتو? Yoksa sana ders mi olacak bunlar? Bu sefer hayatının en iyi taktiğini uygulayabilecek misin? Senelerce geliştirmeye çalıştığın şey seni en lazım olduğu zamanda yanlız bırakmasın bu sefer? 

        -BIRAKMAM DOSTUM, HALA YANINDAYIM...

Bu seferki işin zor. Yapabilecek misin?

       
-...

Benden başka kaç kişiye dost oldun ya?