Lorem İpsum



Olmak için ölmek; Bilmek için sormak...


15 Nisan 2014 Salı

Ahval

Duvarlar dolusu arkadaşı vardır her yalnızlığın.. Bilir misiniz duvarlar konuşur der bir güzel insan.. Metaforlara  sarılmış edebiyatlarımızı cebimize koyup gitsek buralardan.. Hakiki yalnızlığın izlerini sürsek ömürler boyu.. Gönüller yapmak için nefes aldığımız şu dünyada kırılmaya alışkın gönüllerimizi azad etsek bütün gönülsüzlüklerden.. gönülsüz yürekliliklere tok karınlarımızı sevgiyle yoğurulmuş atıştırmalıklarla yetinmeye alıştırsak.. Bakın! bir şarkı çalınıyor dünyanın kulağına.. Sözleri incitiyor belki nefslerimizi, müziği de hiç oynak değilse şayet kim inanır ki bunun ilahi bir güzellik olduğuna? Savruluyor muyuz ne? Özgür kalma telaşındaki kuşlarız da yine kafesler mi aramaya çıkmışız? Kafesler bizi çağırmış da biz mi gitmek istemiyoruz? Hayır, böyle değil! Biz, her zaman kafesine alışan canlılarız..  Ön kabullerimize aşığız aşktan bihaber kalplerimizle.. Yine de düşünmek gerek, azıcık bir yokluğa talip olamaz mıyız? Hep’liklerimizin yalancılığında yüzmektense Hem’likleri arayan Dem’lerimizi çıkarsak çürümeye bıraktığımız insanlık kadar eski sandıklarımızdan! ‘Azıcık’ dedik hemen incinen ‘ego’lar sokaklara döküldü ellerinde pankartlarla.. Nasıl da Besmele’siz bakıyorlar öyle yüzlerimize sanki var-oluşları bizim gerçekliklerimizden bağımsız nefes alırmış gibi! Ne cesaret demeye kalmadan fısıldayıverir gelip kulağının taa içine, ‘’ben, senim!’’  Kendimizi sahipliklerimiz üzerinden kurgulayan canlılar olmamızdan da ziyade bu yüz verişten utanacak yerde bir de böbürlenmeler başlamasa!!
 
Hikmet’i gece vakti parka yollamamak lazım yine de, akşam ezanından sonra hangi mağrurluğun, hangi gururun, hangi cehaletin sokaklarda ellerini kollarını sallaya sallaya dolanacağı belli olmaz.. Ama yine şikayet mektupları yağmaya başladı kanala.. Kapitalist amcaların bizlerin hem aç gözlülüğüne, hem hırsına hem de sahiplenme manyaklığına ihtiyaçları varmış, yanlış mesaj içeren programları kapatmalıymış! İstifa dilekçemi verirken ben, bir dizide sürekli yalnızı oynayan çocuk da benle beraber ayrılmak istediğini söyledi.. Sokaklar dolusu yalnızlığın arasında çocukluğumu aradım.. Seksek oynayan bir çocuğun cebinden düşüverdi, tam da 4 ve 6’ya çift ayak basmıştı. Düşünürken çocukluğum buralara nasıl geldi diye kendimi bir karyolanın altında ağlarken buldum! Sartre’ı tanısam o an, tam-o-an, bu dünyaya fırlatıp atılmışlığıma inanabilirdim de günahlarım koyvermedi! Tövbe tövbe büyüdüm sonra dünyanın arka bahçelerinde. Hatta bir gün nilgün’ü gördüm de gülümsüyordu pişman pişman..
 
Bir tokat aşk oldu aniden sağ yanağıma, doktora gittim geçmez dedi yine de birkaç şiir yazdı reçeteye.. Özgürlük çarpınca insan tutulurmuş birden bire, karın ağrıları neyse de –neden gülüyor bu insanlar?! – ah bu insansız hava sahasında nefes alma çabaları yok mu?! Ölü adamlarla tanıştım şiirlerde, arkadaş olduk.. Hayali arkadaşlarım kıskandı bazen onları ama kıskançlıklarınızı daha verimli yerlerde kullanın dedim, kızdım onlara! Bu sefer onlar da başladırlar şiir yazmaya! Bakın işe ki, aşk çoğalır diye korkarken artan sevgi tomurcukları hayatın arka bahçelerine ekilmeye başlandı. Şiirli akşamlar yetişti oralarda ama eksik bir şeyler vardı.., Tapınak şövalyelerini acil toplantıya çağırdım ben de!  Meral’in benzini bitmiş çakmağı’yla sigaralarını yakmalarına bile izin verdim.. Dikkatleri dağıldıkça Bay C’nin köşede karşılaştığı güzel hanım çay servisi yaptı onlara.. Utanmadan bir de yaşamın ucuna yolculuk istediler benden; o kadarı da fazla dedim! Albay yetişti imdadıma da zor toparladım.. Kelimesi bulunmamış çözümlerin raporlarını yazdık gecelerce de Olric’e yolladık kontrol etsin diye. Sonuç: Bat dünya bat!
 
Yeniden düştüm yollara, yalnızlığı aradım eksikliği bulamayınca; yalnızlık Allah’a mahsusmuş, O da melekleriyle.. O zaman eksikliğin kalabalığa karıştığı pasajın kapısından atıverdim kendimi.. Bir beylerbeyidir gidiyordu.. Deniz kokan bir yola saptım, karşı kaldırımdan bir elin gölgesi görünüyordu, kulaklarını açmıştı sanki ve görmeye çalışıyordu.. Ses’i takip ediyordu.. Avuçlarını kurtuluşa açmış ‘‘ey dua et bizi’’ diye bağırıyordu, gözlerimle gördüm! Derken;
 
Kendimi inorganik hayatlarda organik hayaller büyüten insanların arasında buldum.. Tapınak şövalyeleriyle olup bitenleri anlattım, kimse gülmedi çünkü komik değildi.. Ama herkes düşündü çünkü herkesin aklı vardı.. ‘Akletmiyor musunuz’ diyen bir kitaba inanıyorduk, hatırlamak güzeldi..
 
Bir kez daha düştük yollara, limon kokusunu takip ettik, elmalara tedbirli yaklaştık.. Yolda bir fahişeye sorduk, ruhumu satmadım ya dedi! O zaman ruhumuzu satmayalım dedik.. Bütün pazarları kapatsak ya diyoruz şimdi ve bütün kafesler vazgeçse bizi aramaktan! Kafesin demirleri mağrurluktan yapılmışmış meğerse; en adi maldır, hemen eğilip bükülüverir, bizim evde de vardı..  Kafeslerin ağzı açılınca titresek de, sevgiden argümanlar sunarız yüreklerimize diye kararlaştırdık.. Korkulu rüyalardan elimizi eteğimizi çektik çoktan.. Medeniyet parkında oyunlar oynayan çocuklar olsak belki bu kadar canımız yanmazdı diye içlendik.. Bir sigara yaktık, bir medeniyet hayali kurduk, çocuklar özgürce oynasın diye.. Gönüllü neferler olduk, gönülsüz sevgilere inat! Nefret’i kaldırttık lügatlardan (2015 basımına yetiştireceklerine söz verdiler).. Toprağın üstüne sevgiden tuğlarla bir hane yapsak, Hakikat’ten bir de çatı kondursak üstüne, tabanını da tevazuu ile kaplatsak yaşanır orada dedik.. Tabii bir de eşya lazım o haneye, bu devirde bir hane kurmak ne demek! Eski eğitimlerimizi ikinci elciye bile vermeden yakalım en iyisi dedik, onların yerine öğrenmeler edinelim yeni; hem dayanlıklı hem de kullanışlı olurlar bilir misiniz? Bu sıralar hane’nin temeliyle uğraşmaktayız, belediyeden izin vs vs..
 
En kısa zamanda bitmesi için var gönlümüzle çalışmak niyetindeyiz.. Kapitalist amcalar dediler ki bundan sonra her kış bir öncekinden de sert geçecekmiş! Ön kabullerimizi yaksak biraz, yine de bir önbilgi kadar iyi ısıtmaz diye düşündük biz de; bu yüzden elimizi çabuk tutalım diyoruz.. Zaten daha geçen gün ayaklarımı zor ikna ettim onları benden razı etmeye (aramızda kalırsa bu sevinirim, pek bir alınganlar!) Hele aklım! Neymiş yok layığıyla kullanmıyormuşum, yok akıl ışık olurmuş.. Haksız da sayılmazlar hani! Daha vaktimiz olsa da, boşa geçirecek ömrümüz yok değil mi?
 
Eee, siz hala eşya bakmaya başlamadınız mı? Anneleriniz size yola azıksız çıkılmayacağını öğretmedi mi yoksa?!

14 Nisan 2014 Pazartesi



Susabilirsen çığlık çığlığa, Susmak bazen niyazin en büyüğüdür,
Benim söylemek için çırpındığım gecelerde,
Rüzgarlı bir güvertede deniz suyuyla, tel fırçayla yıkanmış branda bezinden gömlek gibiyken sırtımda keder; yerküre denen bu bir ömürlük meskeni,
dipsiz ve sessiz biz hüzne kapılmadan seyretmek mümkün müdür ?

‘Harflerin bir araya getirilmesiyle hikmet noktası bilinir mi,
konuşalım lakin sözden ne çıkar ?’ dedim.
Kulakların duy dediği sese eğildim:
-Hiç.
Sonra sustum.
Doldurdum heybeye harfleri olur da bir gün yüreğe duy derler.
Hazan sarısı son baharları,
ana kucağını kıskandıran kuş cıvıltısını,
kalbine katran karası bulutların uzanamadığı çocukları müjdeler;
varlık iddiasını alırlar dilden.
Verirler insanoğluna hüviyetinin özünü.
Bilirim ancak o vakit başlar gönül konuşmaya cananıyla can-ı gönülden.

Niyazim nerden gelip nereye gittiğimize.
Belli iken bilinmez, aşikarken görülmeze;
Adı AŞK.









5 Nisan 2014 Cumartesi

Gökte ararken yerde arandık

Kar dünyaya yağar;
Güneş dünyaya da doğar.
Bütün karları güneş bir eder.
Kimi bekler; kimi beklemez; kimi bekleyemez..