Lorem İpsum



Olmak için ölmek; Bilmek için sormak...


27 Ocak 2014 Pazartesi

imansızlığa çözüm
imansızlıkta yok

14 Ocak 2014 Salı

Gel de anlat

mesela bir gün
giyindim, sabahtı, biraz yalnız..
boyum kısaydı yalnızlığım da,
korkutmadı bu yüzden.
mesela avuçlarımın kuruluğuna şaşırdım;
kalemleri birlikte ıslatmıştık halbuki dün..
bu şaşkınlığa da fazla şaşırmadım.
hatırlayacak kadar uzun metraj olmadı.
mesela durduk yerde soru sordum:
dayağı içip yemesem ne olurdum diye,
sonra ayakkabımı giydim,
bir kavgaya hazırdım,
mesela, evin kapısından çıktım..
çıkarken, seni sevmekti niyetim,
kendimi unuttum mesela bir gün.

Kelimelerin Ölümü-I

"Derken, Adem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb'ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz o, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır." Bakara-37

“En bayağı olayın bir serüven haline gelmesi için onu anlatmaya koyulmanız gerekir ve yeter. İnsanları aldatan da bu zaten. İnsanoğlu hikayecilikten kurtulamaz, kendi hikayeleri ve başkalarının hikayeleri arasında yaşar. Başına gelen her şeyi hikayeler içinden görür. Hayatını, sanki anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır. Ama ya yaşamayı ya da anlatmayı seçmek gerek.” J.P.Sartre / Bulantı

Hakk niye kelimeleri öğretmiştir ki İnsan'a? Adem gözyaşlarının çamurundan kendini tekrar kılmış olabilir mi? Adem ilk toprağa basınca ne hissetmişti ki? Adem'den bu yana toprak ne kadar değişmiş olabilir? Bir toprakla bir kelimenin arasındaki bağ ne olabilir ki?

Muhakkak ki halen topraktan yaratılmaktayız. Muhakkak ki bir yandan da sürekli toprak olmaktayız. Ölüm de aslında buna bir sekte vurmuyor. Çünkü toprak yemeyi bırakmak zorunda kalıyoruz bu yüzden de aslında toprak olmaya bir son veriyoruz. Kendimiz de sonunda toprak olarak, toprağı toprak etmeye bir son veriyoruz. (Nasıl toprağı toprak ediyoruz bir bahs-i diğer) Ölünceye kadar toprak olmuş olan saçımızın büyüklüğü büyük ihtimalle öldüğümüz andaki bedenimizin büyüklüğünden daha fazlası edecek. Bir çamur parçasından bir heykel hayal edin ve onu bir toprağa gömün. Ve gözlerinizi kapatın. Ve bir karanlığı hayal edin, tekrar gözlerinizi kapatın. Kim karanlık denilince siyahı düşünmekten alıkoyabiliyor kendini. Karanlığın rengi siyahtır, karanlık bir siyah değildir. Ölüm, ölmek olsaydı; böyle bir açlıkla açmayacaktım gözlerimi. Bir gariplik var ya da bende var ya da ben varım ya da hiçbiri yok. "doğruyu yanlıştan ayırmak için" demek ki siyah ve karanlık kelimelerine ihtiyacımız olsa gerek diyor cahil idrakim.

Şimdi ise çamurumuzu pişirin, pişirin, pişirin. Üstüne size dair bütün desenleri çizin. Boyayın onu, özenin biraz, ellerinizi alın fırçaları, çekinmeyin. Tekrar pişirin. Şimdi tekrar gömün toprağa. Onu öylece bırakın. Zamana mahkum edin onu. Böylelikle uzun süre hiç bozulmadan kalabilecek. Çok daha fazla uzun ömürlü olduk şimdi. Zaman geçti, geçti, geçti. Hayatın kendisinden sonra en acımasız parçası olan zaman onu da zamanla eskitti, yıprattı, parçaladı tekrar toprak kıldı. Yine bizim hüsranımız. Zaman bir ete kemiğe bürünüp yapmadı ama bunu. Azrail eline bir orak alıp biçmiyor insanları sonuçta, bizim bin bir türlü orakla olan münasebetimiz yüzünden belki de zaman. Aslında pişmiş çamuru da toprak yapan dokunduğu toprak olsa gerek. Eğer bir boşluğa gömseydik muhakkak sonsuza dek olduğu gibi kalabilecekti. (eğer onun etkileşime gireceği topraktan bağımsız olan enerjiyi soracak olursanız, orada tefekkür etmeniz gerekecek. kısaca, karşı koyabilecek bir enerjisi olduğunu hayal edin.) Dünyada bir var'ı gömebileceğimiz bir boşluk ise malesef yok. O zaman o soruyu tekrar soracağım: kurtuluş yok mu? Tek kurtuluşu zamanın madde üzerine etkisini yok etmekle mümkün oluyor. O da yalnızca yok olarak mümkün olsa gerek. Öleni hangi zaman öldürebilir ki bir daha? İnsan kendini bir boşlukla sararsa (bir mumya gibi düşünün) muhakkak meydan okuyabilir. Boşluk İnsan'ı kendine çekip zaten yok edecektir ve toprağa değmeyecektir. "Vücudu fani kılmaktır, adı Aşk."* (Bu bahsi Hz. İnsan oldukça daha iyi bağlarız umarım.) Ölüm de ölmeseydi böyle bir açlıkla açmayacaktım gözlerimi. "Endişe, yok'u var kabul etmek"** ise bu endişeden kurtulmamız için yok ve var kelimelerine ihtiyacımız olsa gerek. Hatta "ne var?" sorusuna ve "Ne var ki!" hayretine dahi ihtiyacımız var.

Şimdi ise pişmiş çamurdan olan heykelinizi "yakacağı beşer(olmamış insan) ve taş(olmamış toprak) olan" bir cehennemde yakın, yakın, yok edin. Buradan öte ben'i susturur, siz'i bitirir. Şimdi ise bir nefes bırakın boşluğa. Tekrar boşluğa bakın. İçinize bir boşluk çekin (nefes almamaya devam edin). Ölüm bir hikayedir okuyana, ölüm bir yaşamaktır yaşayana diyebiliriz belki de Sartre'ın belki de bilmeden öğrettiği gibi bana. Nefes alın. "Üzerimize örtülmeden kapı, biz örtelim kapıyı"*** Her şeyden sonra belki de susmak kelimesine ihtiyacımız var belki de "dinlemek"**** için.. Yada susmak ile sessizlik arasındaki farkı anlamamız için. Kelime (de) öğreten Rabb'e hamdolsun. Çamur'dan yaratıp çamur kılmayan Rabb'e hamdolsun.

İlmin bir nokta olduğuna inandım ama hiç bir nokta halinde görmedim. ama bir cahil olarak ben de onu çoğalttım. Belki de bağlantısız görünen bunca söz için dinleyenin affına sığınırım. Aslında kısaca, Hz. Pir'in sözünü daha yeni anlamaya başladım: "Hamdım, Piştim, Yandım..."

Çok önemli: Baştaki ayet yalnızca benim Rabb'ime giden yollarımdan bir tanesi olarak kabul edilerek paylaşılmıştır (diğerleri gibi), benim kurduğum bağlantılarla hiçbir -savunabileceğim- ilimsel birlikteliği yoktur. Lütfen bağlayıcı kabul etmeyiniz. Sorgulamanızı bırakmayınız. Affına sığınırım.

*Eşrefoğlu Rumi
**/*** Dücane Cündioğlu- Cenab-ı Aşk ve Hz. İnsan
**** Hz. Mevlana- Mesnevi

8 Ocak 2014 Çarşamba

diyar-ı kebir

gitmeden gelemezsin,
gittikçe bilir
geldikçe gidersin
gider, gelir, bilir
diyarını bir gün
sen 'de
 kaybedip,
  kayboldukça
bulursun
 bilirsin
  sen' de
   gidersin