ne gözleri var bilsen, yemyeşil
içinde akıp gidemediğin kadar koyu
yakana yapışmış iki el gibi ağır
her yalanın soyunduğu kadar çıplak
çarpa çarpa öğrenirken adam olmayı
yüksek ilmeklerde bir sarsıntıyla
kimsesiz çocukluğundan bir sahne gibi
annenin saçlarında gezen eli gibi
dalgakıranlara küfreden coşkun denizler gibi
gece yarısı ıslak kaldırımlara tükürmek gibi
sigaran yanarken sönen sen’mişsin gibi
ruhunu delip geçen rüzgarlar gibi
her sabah uçurum kenarında açmak gibi
yıllanmamış anılarına bir kibrit çakmak gibi
çöl uykularına uyanmak gibi
tüm varlığını, bir yokluğa armağan etmek gibi
bir senin, sadece senin anladığın gibi
o duvarlar
çırpınırken rüyaların göz kapaklarında
ve her sancılı çarpışta köşeli ayrılıklara
tam da o sahnede takılmış bir film gibi
zaman başa sardığında utanmadan
başına çektiğin yorganın gibi
avuçlarında bir hurma turuncusuyla
düşmek
başınla beraber
yine aynı akıntıya
acımadan / acınmadan
duvarlar dolusu Besmele’yle
sarhoş kendiliklere
karanlık kelimesiz yeşilliklere
duvarların adı olmaz.